top of page

GLADYATÖR

Kahverengi ceketim askılıktan düşmüş, ayakkabılarımın üzerine. Ayakkabılarım da öyle leş ki. Geçen kış tutturmuştu illa kış tatili yapalım. ATV’ye binelim. Meltemlerde gitmiş, bizim onlardan ne eksiğimiz varmış. Hiç tatil yapmamışız. Sanki nefes alabiliyormuşuz gibi. Çamur içinde kalmıştı da bir türlü çıkmamıştı. Orijinal ayakkabı bizim neyimize. Bezi kaptığım gibi silmeye başladım. Yok. Bu leke bulaşmış bir kere. Çıkmaz daha. O da böyleydi ama. Etiketlerdi beni hep. Özkan yemeği koklamadan yemez, Özkan Salı günleri yıkanmaz. Özkan’ın zamanı olmuş mu ki hiç hayatında? Kuma gömmemiş arkadaşları onu, nereden bilsin tatili? Bin zehir katmış dost bildikleri tabi koklar Özkan yediği her zıkkımı. Bela! Bela bu Salı günleri. Anneannesi öyle ister. Al karısı musallat olur sonra. Bir şeyler musallat olmasın diye onların söylediği gibi yaşadım. Neyse, şimdi keyfim yerinde. Belli saatlerde televizyon izliyorum. Yemeğimi mide ağrıtmayacak zamanlarda yiyorum. On ikiye on kala zınk diye dalıyorum uykuya. Öyle hayal kurmakmış, birikim yapmakmış aklıma gelmiyor bile. Yalnız dışarı tam yedide çıkıyor sekizde dönüyorum Fox bir saatten fazla dışarda gezmek istemiyor. Akıllı köpek. O da akreple yelkovanın ritmine katılıyor. İstememişti bide zavallıyı. Kıl döker, etrafı kirtletir. Meltem’in olsaydı benden önce tuttururdu ama bir köpek alalım diye.


Ceketi aldığım gibi çıktım. Janti duruyordu bende bu ceket. Arena’da dövüşen bir gladyatör oluyordum. But parçalarını kemirirken kahkahalarla kadeh kaldıran bir savaşçı. 06:45. Otobüs fırının oradan dönerken zorlandığı için 47 geçe varacak. Mavi gözlü adamdan sonra bineceğim. Hayret, liseli iki kız yok bugün. Düzeni bozdular. Eksik etekler. Otobüse bindim. Şoförün arkasındaki yerime kuruldum. Klima bozuk neyse ki. Bu otobüs klimaları çarpıyor insanı. 2 durak sonra kilolu bir adam biniyor. Yanıma oturmasın derken etlerimi sıkıştırarak kuruluyor koltuğa.


‘’Şu camı aç be birader!’’ kaba sesi neyse de sucuklu yumurtanın dibini sıyırmış nefesiyle yüzümü okşamasa iyidi. Camı açayım açmasına da bu merete ne zaman bulaşsam kol bir türlü kalkmıyor. Yine rezil olacağız. Neyse liseliler yok bugün Allahtan! Kimse gülmez bana. Üşüyorum desem sucuk gibi yer bu adam beni. Fox’un sucuk günü Pazar. İyi aklıma geldi not edeyim. Sucuğa 2 günü var. Bir saat süren donarak yaptığım yolculuktan sonra iş yerine varıyorum. İnce belli çay bardağım rafta bana gülümsüyor. Kimseler almadı beni. Seni bekliyordum. Neredesin sevgilim? Lıkır lıkır geçir bana boşalttığın çayı boğazından. Dudak payı bırakmayı unutma. Masama kuruluyorum. Mail trafiği diziliyor önüme. Tüm kullanıcıları alfabetik sıraya diziyorum. Ahmetler, Aynurlar ne şanslı. Zeynel zavallısı! Kargon 3 gün daha gecikecek. Boka saracak hayatın. Belki de hediyeni alamadan ölecek sevgilin. Beğenmeyecek ama geç kalmış bir hediye, ne diyebilir. Öğlen yemeği saatine yakın lavabo ihtiyacımı gideriyorum. Hiç aksamaz. 11:50. Birde 16:50 var. Vücudum makine gibi. Böylesine iradeli adam olmak kolay mı? Butun tepesindeki beyaz kemiği de indiririm ben mideme. Kırmaz dişlerimi. Öğlen molalarımı yeni başlayan elemanlarla geçiririm. Her ay yeni biri başlar ancak bir ay dayanıp giderler. Şikayet hattında çalışmak, insanların istedikleri olmayınca ne kadar kötüleşebileceğini görmek herkesin kaldırabileceği bir şey değil. Yeni başlayanlarla takılmak bu yüzden iyidir. Çok yorum yapmazlar. Senin söylediklerin onlara hayat dersi gibi gelir. Bir keresinde kızcağızın birine ‘’Yoğurtla tatlıyı birlikte yersen midende denge kurarsın’’ dedim. Hayatın formülünü vermişim gibi tepki verdi. Not almalar, arkadaşlarına mesaj atmalar. Bakalım bu kızcağız nasıl biri ? Yemeğimi alarak yanına oturdum.


‘’Özkan ben. Şef. Kendinin şefi.’’


‘’Sizden çok bahsettiler. Öykü ben de. Sanırım yarım saatimiz var. Sonra kalkıp masanızdaki çiçeğe su verecek, diş ipinizi alıp lavaboya geçecek tam on beş dakika sonra yeniden koltuğunuza oturacaksınız. Üstelik belinizi dik tutarak. Dik durmak, yemek yedikten sonra aklınıza geliyor sanırım.’’ Hayır. Suzan hep geç kalır, yemek saatinde gelirdi işe. Onu görebilmek için dik dururdum, diyemiyorum. Suratında pis bir gülümsemeyle bana bakıyor. Her şeyi o bilirmiş gibi. Tanrı doğmadan kulağımıza fısıldamış evreni. Biz unuturmuşuz doğduğumuzda. Öyle derdi anneannem. O not almış her şeyi. Kazımış beynine. Pis şeytan. Nasıl da sırıtıyor. Diş ipimi sana getireyim. Arasındaki pis kanı temizle.

‘’Bugün erken kalkayım ben Öykü hanım. Akşam geç uyudum. İştahım pek yok. Şöyle bir turlayacağım.’’


Yemeğimi bırakıyorum hiç istifimi bozmadan. Bok bozmadan. Ellerim titriyor. Bardağımı alıyorum elime. İçi boş. Bari bir bardak daha çay koysaydım. Bırak beni manyak adam. Kırılacak belim. Ne yapacağım lan şimdi? Nereye gidilir? Ne yapılır bu saatte? Vücudumdan terler akıyor. O kadar çok terliyorum ki ceketimde iz çıkıyor. Çıkartıyorum. Atıyorum yere. Niye attım lan yere? Kirlenecek. Çıkmayacak leke. Ne yapsam diye düşünürken ellerimde ıslaklık hissediyorum. Kanıyor. Çatlamış bardak. Yine bir bok beceremedin. Avucunda tutamadın. Ceketimin cebinde bir mendil vardı. Almak için eğiliyorum. Kan oluyor ceket. Çıkmaz bu leke. Tıpkı ona sunamadığım hayatın bende bıraktığı leke gibi.


‘’Bir hücre ne kadar sürede yenilenir hocam?’’


‘’Kaç kere anlattık Özkan. Aklın nerede senin? Kafasız mısın çocuğum? Okumayacaksan söyle babana versin seni bir işe. Meslek öğren.’’


‘’Hocam belli ki Özkan’ın hücreler yenilenmiyor.’’ Tüm sınıf kahkaha atıyor. Tüm ofis kahkaha atıyor bana. Ceketin yan iç cebinde kaybolan mendilim ben artık. Ofise yürüyorum. Kimse görmüyor beni. Buruştum bir kez. Kanım kokmuyor. Masama geldiğimde farkettiğim ilk şey koltuğumun 2 santim yerinden kayması oluyor. Oturuyorum üstelik kambur. Şikayet hattını açıyorum. Başlıyorum yazmaya.

‘’Şikayetim var. Kimse ne istediğimi sormadı benim. Saçlarımı belime, sakallarımı gövdeme kadar uzatmak istiyordum. Kıl tüyden şikayet ettiler hep. Yeni bir ben verebilir misiniz bana?’’

Bir eklenti daha.


‘’Şikayetim var. Suzan’a sadece bir kez hayır dedim. Meltemlerin koltuğu, Meltemlerin Ayvalıkta’ki bahçesi. Altın kaplama dişleri. Terk etti beni. Yeni bir Suzan verebilir misiniz bana?.’’ Konusuz bu 2 iletiyi gönderdikten sonra ayağı kalkıyorum. Kahverengi ceketi Suzan’ın koltuğuna asıyorum. Saat 16:51. Benim hiç çişim yok. Kanım ne zaman durur bilmiyorum. Öğrendiğimde pis kahkahalar atarak kadeh kaldıracağım. Bu kanıda 4 gün sonra temizlerim. Hiç. Sana da kızmıyorum Suzan. Meltem kadar sevmedi annen seni. Ben de nasıl mutlu olacağını bilemedim hiç. Bir tek bu ceketi ben seçmiştim.


‘’Zevkli adammışsın. Nasıl da yakıştı sana.’’ Demiştin. Sesin hala kulağımda. O gün sanki kainatı 6 günde ben yaratmıştım. Güneşin nereden doğacağını, nereden batacağını ben belirlemiştim. Endişelenme Suzan. Annen sevmese de ben severim seni demiştim de sanki sende anlamışsın gibi sarılmıştın bana. Saat 16:55. Benim hala çişim yok. Ofisten eve yürüyorum. Çenem kaşınıyor. Sanki sakallarım uzuyor kanla karışık. Bu lekeyle de yaşanılır. Belki Suzan döner bir gün. Sabaha kadar hiç uyumayız.


SEVAL USLU


 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page