top of page

KADER ÇARKI



Adım Xanım, evet x ile. Etnik bir kimliğim olduğundan değil, böyle yazması daha güzel diye.


Kabataş fünikülerine giden yolun kenarındaki bir duvar dibinde yaşıyorum. Bir duvarda kaç tane örme olduğunu sayacak kadar farkındayım evimin. 7.55 vapuru kıyıya yanaştığında gözlerimi açıyorum yeni güne. Öyle ya, 7.55 vapuru aynı çizgide yanaşıyor. Krem şortlu adam yolcular inmeyi bitirdiğinde kahvesini yudumluyor. Kıyı kenarına yanaşmış taksici her sabah aynı ezgiyi çalıyor. Karşıdan karşıya ilk tek ayağına fileli çorap giymiş şortlu kız geçiyor, ardından uzun saçlı küpeli adam. Yeşil ışığın süresi bittiğinde kalan son 6 saniyelik sürede ise dalgın kız çantalarını savurarak koşmaya başlıyor. Her şey yine ve aynı güzellikte olması bana güvende hissettiriyor. Her şey olduğu gibi, ne güzel ne de kötü. Bakmayın yalnız da değilim esasen, 2 tane arkadaşım var. Buğday ve Arpa diyorum onlara. Birbirimizden hiçbir beklentimiz yok. Ne başımı okşarlar ne ben sırnaşırım. Arada ekmek arasına koydukları peynirden paylaşırlar. Yerim. Vermezlerse de darılmam. Beklentimiz yok çünkü. Böyle yaşamak üçümüzün de hayatını kolaylaştırıyor. Beklenti olduğu taktirde, yağmur yağdığında üstüme bir şey örtecekler sanıyorum. Haftada bir pahalı ve bir o kadar leziz yiyecekler gözlüyorum.

Öyle ya! Gözlüklü, açık tenli uzun boylu kadın bir gün yolda gördü beni. Daha yüzünü görmeden topuklu ayakkabısının sesine kulak kesilmiştim. Herkes önümüzden öylece geçerken o Buğday ve Arpa’dan korkmadı. Beni fark etti! Biri beni fark etti. Ne yalan söyleyeyim bu müthiş bir duyguydu. Üstündeki koku benim kokuma benziyordu. Bıcır bıcır konuşmaya başladı.


“Sen buraya nereden geldin”

(İnan bende bilmiyorum)


“Ayağında bir şey var! Dur da bakayım!”

(Şişe kapağı ile kestim. Azıcık eğlendirmek istemiştim kendimi. Acısını hissetmemiştim. Şimdi sen söyleyince acıdı.)


“Gel iyileştirelim seni”


Beni aldı, yaralarımı sardı ve benim türümden bir sürü olan bir bahçeye götürdü. Benim türüm evet ama ben onlar gibi olmadığımı daha ilk günden anladım. Sabah ve akşam düzenli olarak yiyeceklerini veren birileri var. Sevilmek için kime gideceklerini biliyorlar. Hangi saatlerde nerede eğlence var biliyorlar. Ben yapamadım. Korktum. Sevilmekten değil üstelik. Sevilmeye alışmaktan. Bu sevgiye bağlanmaktan. Kendime tabi ki de kızıyorum. Benim de ruhum aç. Ama açlığı biliyor, tokluğu henüz değil.

Kısa bir süre sonra yeniden Buğday ve Arpa’nın yanına gittim. Hararetli bir tartışma içindelerdi.


‘’Şu battaniyeye artık bir çizgi çekelim! Sürekli üstümü açıyorsun!’’


‘’Yeni bir battaniye bul kendine. Ya da sarılarak uyuyalım. Hem kaynaşmış oluruz.’’


‘’Ne bu? Yeni yüzyılın haber başlığı gibi’’ – Uzun süre aç kalmak ömrü uzatıyor.- -Isınmak için birbirinize sarılın bağlarınız güçleniyor-‘’


‘’Hah! Şu radyodan Keman Ağlıyor’u aç bari, ruhumuzu ısıtalım’’


‘’Bak bu yeni yüzyıl bizim gibilerin ağaca başını yaslayarak çıkan seslere müptela olduğumuzu da bilmez, yakıştırmaz.’’


‘’Bırak bilmesinler, bizim başımız her gün bir ağacın gölgesinde. Üstelik bizi kimse satın alamaz’’


Hiç aramamışlardı beni. Zaten epey süre battaniyenin ucuna kıvrıldığım halde fark etmediler. Görünce de şaşırmadılar. Bende hiç özlememiştim zaten, şişelerindeki kapakla oynamaktan başka.


-KATARA / SEVAL USLU


*Yeşil ışığın süresi bittiğinde kalan son 6 saniyelik sürede koşan dalgın kız benim





 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page