Nüfus Sayımı
- Kankakuzen
- 10 Oca 2023
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Nis 2023

Altın varaklarla bezeli büyük ve gösterişli sofranın üstünde yaprak sarmalar, börekler, çörekler, kızartılmış tavuklar ve tabii olarak bulgur ve pirinç pilavları olmakla birlikte meyveler, kuruyemişler gibi bilumum çeşitte yiyecekler vardı. Masa o kadar doluydu ki memurların koca defterlerini koyabilecekleri çok az bir alan kalmıştı. Defterler biraz daha masanın bir ucuna kaymış olsa yer çekiminin etkisiyle devrilebilirlerdi. Neyse ki defterler doğru konumlardalardı ve çalışmaya elverişli bir haldeydiler.
Bu seferki sayımda memur Mesut ile memur Fikri beraber çalışıyorlardı. Mesut ellilerinin ikinci yarısında kelleşmeye başlamış çok az bıyıklı biriydi. Fikri ise daha genç olanıydı. Fakat sahip olduğu gür bıyıklar onu olduğu yaştan daha da yaşlı gösteriyordu. Bu özelliklerinin dışında iki memur da neredeyse benzer takım elbiseleri ve ayakkabılar giymişlerdi. Aralarında pek de öyle ast üst ilişkisi yoktu.
Mesut alnını sildi. Gözlerini ovuşturdu. Evin içerisi çok sıcaktı. Henüz sonbahar olmasına rağmen ev sahipleri çoktan sobaları yakmışlardı. Bu onların saygı ve sevgi gösterileriydi bir nevi. Mesut samimiyetle Fikri’ye seslendi.
“ Çok yorgunum.”
“ Beni bekleme kaptan.” diye anında tamamladı Mesut’un sözünü Fikri.
Mesut şaşırdı.
“ Ne dedin cancağzım. Ne kaptanı?”
Fikri hayal kırıklığına uğramıştı.
“ Yok bir şey. Öylesine dedim” demekle yetindi sadece.
İşlerine dönmeleri gerekiyordu. Daha gezecekleri çok yer vardı. Üstelik bu mahalledeki evler birbirlerinden epey uzaktaydı. Kimi evler lükstü kimiyse eski püskü ve derme çatmaydı. Şehrin bu semti adeta bir tarih seyahati metaforu gibiydi. Geçmiş, günümüz ve gelecek sanki hepsi aynı anda aynı mekanda bulunuyordu. Bir evden ötekine yürümeleri bile oldukça zaman alıyordu. Bu sürelerde de sanki zamanda yolculuk yapıyorlardı.
Memurların sofradakilerden yemediklerini gören ev sahibi biraz da sitemkar söze girmese ikisi de işlerini sessizce sürdürüp gideceklerdi.
“ Bir kusurumuz mu oldu Memur beyler? Niçin soframızdan bir lokma dahi olsa yemiyorsunuz?”
Mesut soruya cevap veremeden Fikri hızlıca cevapladı.
“Burası artık kaçıncı ev oldu sabahtan beri. Her evde üç beş bir şeyler yedik. Artık inan olsun buramıza kadar doyduk. Yalan mı Mesut Bey?”
“Gayet de doğru. Bu altıncı masa. Bakalım daha kaç masa göreceğiz.”
Ev sahibi cevaptan tatmin olmamıştı. Israr etti.
“Yahu bari meyvelerden alın. O kadar gittim sırf sizi ağırlayacağım için manavdan en kalitelilerini getirdim. Bakın şu muzlara. İstirham ediyorum, bari birer muz yiyin. Sonra Halit Bey'in evine devletimizin memurları geldi. Bir lokma yemeden gitti demesinler ardımdan. Beni mahcup bırakmayın koluya komşuya.”
Fikri ile Mesut bakıştılar. Yapacak bir şey yoktu. Şimdi yemeseler Belli ki Halit Bey’in ısrarı bitmeyecekti. Birer muz yediler, bir avuç da kuruyemiş. Ev sahibi onun isteğinin üzerine bir de fazladan kuruyemişlerin yenmesinden memnun memurları rahat bıraktı. Memurlar yemişlerle meyvenin verdiği enerjiyle daha da hızla çalıştılar. Belki de fazla enerjiden olsa gerek sohbet edesileri geldi. Mesut kendinden genç meslektaşına sordu. Bir yandan da makinalaşmış bir şekilde çalışmayı sürdürüyorlardı.
“ Ee, kardeşim. Alışabildin mi İstanbul’a? Erzincan gibi değilmiş değil mi? Koca şehir. Nerden baksan bir buçuk, iki milyon nüfusu vardır. Bakalım şu sayım bir bitsin de iyice netleşsin.“
“ Doğrudur Mesut Bey. Gerçi ben Ankaralıyım. Orayla buranın nüfusu yakın sayılır ama iki yıl Erzincan’da olduktan sonra burası çok farklı geldi. Ben de hanım da daha alışamadık.”
“ Oho Fikri Bey alışmak ne mümkün bu şehre. Ben de hanım da doğma büyüme yedi göbek buralıyız. Biz dahi alışamadık. Sürekli değişip duruyor. İpini koparan İstanbul’a doluşuyor. Yanlış anlama kastım sana değil. Sen memursun nereye derse devlet oraya gidersin. Benim kastım marabalara. Ah ah nerde o eski İstanbul.”
“ Siz gene de köylüyü küçümsemeyin. Hem ne demiş Gazi Paşa, köylü milletin efendisidir.”
Mesut derin bir soluk aldı. Nefesini geri bıraktığında soğuk ortama saldığından olsa gerek havada bulutlaşan bir iz bıraktı. Bulutlar önce sislere dönüştü daha sonra da dağılıp gözden kayboluverdi. Bu arada düşünmüş ve diyecek bir söz bulamamıştı. Buradan sonra lafı uzatmaması gerektiğini anlamışçasına Fikri’ye hak verdi.
“ Doğrudur. Gazi Paşa dediyse.”
Mesut bulundukları küçük odayı ve yerdeki yer sofrasına baktı bir iki saniye. Dayanamadı.
“Gerçi böyle diye diye ayakları baş ettiler ama neyse.”
Fikri duymazdan geldi. Üşümüştü. Bir an önce sıradaki eve geçmek istiyordu. İkili arasında yavaştan bir sızı şeklinde hissedilen garip bir sürtüşme oluşuvermişti. Daha küçük sebeplerden insanların birbirlerine neler neler yaptıklarını bildiklerinden hiç o topa girmek istemiyordu ikisi de. İkisi de işlerini bitirip sokağa çıkma yasağı kalkmadan ve trafiğe takılmadan evlerine varmak istiyorlardı.
Saat öğleni geçiyordu. Bulundukları avlunun ortasında yanan alevin ısısıyla ısınırlarken memurlar on bir çocuğu tek tek kaydetmekle meşguldü. Fikri etrafa küçük küçük ışık huzmeleri dağıtan ateşe baktı bir süre. Yazmaktan yorulmuştu. Ateşe bakmak cazip gelmişti. Rahatlatıcıydı. Ateş sanki sesleniyor hatta bağırıyordu. Sadece yanı başındaki Mesut’un duyabileceği bir sesle mırıldandı istemsiz bu ateşin çağrısına uyarak.
“Bağır bağır bağırıyorum. Kurşun kurşun eritmeye çağırıyorum.”
Fikri geçenki sürtüşmeden ötürü ne tepki vereceğini merak ettiği Mesut’a baktığında onun ona boş boş baktığını gördü. Yedi göbek İstanbullu bir insanın bu kadar şiirden uzak olabilmesi ona enteresan gelmişti.
“Şiir ile pek aranız yok galiba Mesut Bey.”
Mesut taşradan gelmiş bir memurun onunla böylesine aşağılar bir üslupla konuşmasına içerledi. Bozuntuya vermemeye çalıştı.
“Açıkçası şiirmiş sanatmış bunlar bana göre değil. Boş işlermiş gibi geliyor. Ben daha elle tutulur, somut dünyayla ilgileniyorum.”
“ Nasıl yani?”
“Mesela politika, dünya, memleket meseleleri. Ajansı hiç kaçırmam. O derece ilgiliyim. Ah ah zamanında peder bey tutturmasa memur ol da memur ol diye ben şu anki politikacıları cebimden çıkarırdım. Ah ah neyse geçti artık bizden. Ortam da çok tekinsizleşti zaten.”
“ Açıkçası şaşırdım. Çok öyle etliye sütlüye karışmaz bir görünüşünüz var.”
“ Olur mu öyle hiç. Bak hatta dün bizim hanımla neyi tartıştık. Şimdi şu komunist haydutların partisi var ya. Onlarda seçim olacakmış. Bir kadın da başkanı olmak istiyormuş partinin. Duy da inanma ne günlere kaldık. Bir kadının siyaset yapmasını geçtim. Nerelere ne mevkilere gelmek istiyorlar. Nereye varacak bu işin sonu. Kadından başbakan, cumhurbaşkanı mı olacak?”
Fikri’nin yüzü asıldı. Mesut hiç farkında değildi Fikri’nin son söylediğinden hoşnutsuz olduğundan. Mesut hanımıyla konunun nereden açılıp da tartışma raddesine geldiğini anlatırken ufacık evde tıklım tıkış oturan ev ahalisi de kimi isteye kimi zorunda olarak misafir oldular anlatılanlara.
Fikri en sonunda dayanamayıp araya girdi.
“Mesut Bey bence de yenge hanım haklı. Çok katı yaklaşmışsınız kanımca. Bu memlekette nicedir kadınlarımıza onca haklar verilirken bir partinin başına geçmeleri niçin sorun olsun. Gerçi ben Aybar çizgisine yakın hissediyorum kendimi ama Behice Hanım da gayet eğitimli ve tecrübeli bir politikacı.”
Mesut şaşkınlıkla sordu:
“ Nasıl yani? Sen komunist misin yoksa?”
Fikri sinirle ve heyecanla konuştuğundan ağzından kaçırdığı lafı şimdi fark ediyordu. O an donup kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Neyse ki evin beyi Mükremin tam zamanında yetişti.
“Behüce mi dedin beyim? Nasıl yani şimdi onca erkeğün başına kadın mu geçecek. Hemü de adı Behüce öyle mi?”
Mükremin mutfakta komşulardan aldığı kahveyi hazırlamakta olan karısına seslendi.
“ Behüce, Behüce koş gel gız. Bak neler duydum neler. Behüce diye bir kadın. Komuniklerin başına geçeyormuş.”
Mutfaktaki kadın zor bulduğu kahveleri ziyan etmeyi göze alamadığından kocasını duysa da duymazdan geldi. Zira nadiren kahve pişirdiğinden kadın birkaç kere kahveyi taşırma tehlikesi yaşamıştı çoktan. Bu yüzden ağır ağır ve dikkatle kahveleri pişiriyordu.
Mükremin karısına seslenmenin işe yaramadığını görünce merakını bu sefer de memurlara yöneltti.
“ E beyim nasul olacakmış bu iş. Yani onca kalabayız diyorlar sağda solda bu komunikler. Fabrikada neyim hep bizi sendikaya çağırıyorlar. Nasıl oluyor da başlarına bir er kişi bulamıyorlar.”
Mesut kendine yapılan pası boş çevirmedi. Yandan yandan Fikri’ye bakarak üstten üstten konuştu onu çömeldiği yerden merakla dinleyen ev sahibine.
“ Hah Mükremin kardeş. Nasıl da doğru dedin. İşte aklın yolu bir. Bu akılsız komünistlerden beklenirdi bu zaten. Hem sen bakma bunların biz şöyleyiz biz böyleyiz dediklerine. Toplasan üç beş kişiler ama sesleri çok çıkıyor. İşte işçileri, köylüleri, talebeleri kandırıyorlar. O kadar akılları olsa başlarına kadın seçerler mi? Kadın ya. Kadın dediğinin yeri evidir, ailesidir çocuklarıdır. Böyle böyle kadınlara kötü örnek oluyorlar. Kadınlarımız kızlarımız böyle hayallere kapılıp evde kalıyorlar. Sonrası da kız kurusu olup çıkıyorlar. Kimi de yoldan çıkıyor hepten.”
Mükremin de Mesutla aynı fikirdeydi.
“ Bak onu doğru dedin beyim. Bu anarşiklerin peşine takulup ziyan olan çok gız var. Bunlarda ar namus yok ki. Komuniklikte öyle oluyormuş deyorlar. Kim kime dum duma. Bana sorarsan bu işin yaygınlaşması da bu yüzden bence. Sırf garı gız mevzuundan deyorlar. Ahlaksızlıklarını gizlemek içünmüş. Dinsiz imansızlarmış üstelik. Beyim sen bilirsin. Bunlara o yüzden mi gızıllar diyorlar. Gızılbaş oldukları için mi?”
Fikri öfkeyle Mükremin’e bağırdı.
“ Sen ne demeye getiriyorsun terbiyesiz herif.”
Mesut tüm gün boyunca sakin sakin konuşan adamın sinirlenmesine sevindi. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Alaycı bir şekilde ortamı sakinleştiriyormuşcasına konuştu.
“ Ağalar beyler sakin olun. Biz burada devletin resmi işini yapıyoruz. Fazla dallanıp budaklanmayalım.”
Fakat Fikri’nin siniri geçmemişti.
“ Ama böyle olur mu Mesut Bey? Yıl olmuş 1970. Hala mı bu toplumun bir kısmına olan iftiraların sürmesi. Hangi çağda yaşıyoruz? Ben iki yıl şu herifin demin laf atmaya çalıştığı insanlarla yaşadım. Yetmedi mi?”
“ Yetmedi. Sen de abartma. Sanki gören de adamlara bir zararı vermiş. Alt tarafı bir benzetme yaptı. Sen kendin koministsin ben anladım. Ondan bu öfken.”
Fikri karşı çıktı.
“ Ben komunist değilim. Kemalistim. “
“O daha kötü ya. Sen hepten yanlış taraftasın.”
“ Bir insan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan taraf olmaz.”
Ortam git gide geriliyordu. Bu defa Mükremin hem biraz mahcup hem de alttan alta egosantrik bir şekilde Fikri'yi sakinleştirmeye çalıştı.
“ Biz Maraşlıyız zaten beyim. Hepsiyle kapu komşuyuk. Bizim heçbirine bir zararımız dokunmamıştır. Devletten korkarız. Yoksa herkesün namusu kendine. Biz de farkındayız eski devirlerin bittiğünün. Sözüm sana değil. Bak sen de değilmişsindir onlardan. Sana ne boş ver. Ah devir Yavuz devri olacaktı bak sen o zaman gör. Ne gızılı galıyor ne başı.”
Fikri öfkeden deliye döndü. Kendinden geçmişti. Ok yaydan çıkmıştı.
“ Ne yani bu devir ahlaksız o senin özlediğin devir ahlaklı öyle mi? Git oku bakalım. Okuman varsa eğer. Tarih ne diyor, o çok sevdiğin padişahların hakkında.”
Bu noktaya kadar işin gırgırında olan Mesut bu lafla yerinden fırladı.
“Sen ne diyorsun ahlaksız köpek? Kimin toprağında yaşayıp da kime sövüyorsun? Benim babam paşa torunuydu. Padişahın ekmeğini yemişti. Ben de yedim sayılır. Tarihime laf ettirmem. Lafını geri al.”
Fikri de ayağa fırladı. Sözümü geri almam diye diretti. Alırsın almazsın derken Mükremin’in de desteğiyle Mesut Fikri’yi bir güzel dövmeye başladı. Fikri bir iki yumruk sallasa da kendinden daha iri yarı olan iki adamla birden başa çıkamadı. Bir noktada kendinden geçti.
Elindeki kahve dolu tepsiyle odaya giren Behüce ise gördüğü manzarayla şoke olmuştu. Ayaklarından başına tüm vücudu zangır zangır titredi kanlar içerisinde öldüresiye dövülen adamı seyrederken. Eli titrediğinden kahvelerin üzerindeki köpükler taştı. Behüce onca emeğinin heba olduğunu görünce şoktan çıkıverdi. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Ağlıyordu.
****** *** * ** **** **
Bir hafta sonra gazetelerde sadece aralarındaki bağlantıları bilenlerin görebileceği ve bunları görse bile daha da azının anlayabileceği alt alta üç haber göze çarptı.
İlki şuydu:
“ Behice Boran Tip başkanlığına seçildi.”
İkinci haber nüfus sayımının sonuçlarını söylüyordu.
“Türkiye nüfusu sonuçları resmi olarak açıklandı, 35.066.549 kişi.“
En alttaki haber ise birçok kişinin okumadan geçtiği bir haberdi.
“ Nüfus sayımı sırasında çıkan kavgada yaralanan memurun hayati tehlikesi sürüyor. Edinilen bilgilere göre dini değerlere hakaret ettiği öne sürülen bir memura diğer memur ve vatandaşlar tepki gösterdi. Çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Biri ağır üç kişi yaralandı. Yetkililer ivedilikle soruşturmanın tamamlanacağını, sol anarşistlerin bu ve benzeri provakatif eylemlerine karşı daha dikkatli olunması gerektiğini söylediler.”
Ö. Şevket Yurtsuz (K.K.)
留言